14 Ekim 2007 Pazar

18 MART 1915: DÖNEMİN SÜPER GÜÇLERİNE TÜRK’ÜN VERDİĞİ “ÇANAKKALE DERSİ”

Çanakkale Savaşları pek çok özelliğinden ötürü dünya savaş tarihinin benzersiz örneklerinden birisini oluşturur. Bu yüzden bu savaşlar hem Türk hem de Dünya tarihi açısından özel bir yere sahiptir.
Çanakkale Savaşları, önce boğazda geçen ve 18 Mart 1915’te dönemin süper gücü İngilizlerin ve diğer önemli güç olan Fransızların yenilgisiyle sonuçlanan deniz harekâtıyla kalmamış bunu izleyen Gelibolu Yarımadası ve Anadolu yakasında geçen kara savaşlarında, dönemin en ileri teknoloji ürünü silahlarıyla donatılmış zırhlı armadaların cehennemvari bombardımanları altında gerçekleşmiştir. Karşılıklı, birbirine çok yakın siperlerde boğaz boğaza ve göğüs göğüse geçen bu çarpışmalar, dünya savaş tarihinde benzerine az rastlanabilen baş döndürücü ve Türkler için bir var olmak ya da yok olmak gibi amansız savaşlar zinciridir. Çünkü, Türkler için Çanakkale’yi savunmak İstanbul’u savunmaktı İstanbul’u savunmak Anadolu’yu savunmaktı, Anadolu’yu savunmak ise, Türklüğü savunmaktı.
İtilaf Devletleri yaklaşık 500 bin kişilik ordusuyla ve Irresistible (Dayanılmaz, karşı konulamaz), Oueen Elizabeth (Kraliçe Elizabeth), Agamemnon (Truva Savaşı’nın Helen kahramanı), Lord Nelson (1798’de Fransız donanmasını yok eden İngiliz kahraman Amiral Nelson), Inflexsible (İnatçı), Vengenca (İntikam), Ocean (Okyanus) ve Triumph (Zafer) gibi dikkat çekici isimli son derece modern gemileriyle Çanakkale’yi geçmek için gelmişlerdi ve bu konuda kendilerine tam bir güvenleri olduğu gibi çıkartma planlarını tartışırlarken dahi zaferlerinden hiç kuşku duymamışlardı. Söz konusu aşırı güven İngiliz Genelkurmay Başkanı Lord Kitchener tarafından şu sözlerle ifşa edilmiştir: “Gelibolu şehrinin karşısında bir denizaltımız su yüzüne fırlayıp, İngiliz sancağını üç kere sallarsa yarımadadaki bütün Türk garnizonu tabanları yağlayıp soluğu Bolayır’da alır.”
17 Mart 1915’te Donanma Komutanlığına atanan Amiral Robeck 18 Mart 1915 günü donanmasıyla boğaza saldıracağını ve çok yakında İstanbul’da olacağını Londra’ya bildirmişti.
Sadece İngilizler değil bütün Avrupa Çanakkale’nin geçileceğine inandığı gibi, İstanbul’daki azınlıklar Beyoğlu’nda İstiklâl Caddesi’nde muzaffer! İngiliz ve Fransız askerilerinin merasimle geçeceği yolları gören pencereleri kiralamakta, İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliği de gelecek misafirleri ağırlamak için sıkı bir hazırlık içerisine girişmişlerdir.
İngiliz kamuoyunda heyecan zirve noktasındadır. Dönemin ünlü şairi Robert Brock’un şu sözleri kesin zafere olan inançlarını göstermesi bakımından dikkate değerdir: “…Bu inanılmayacak kadar güzel bir şey. Talihimizin bize bu kadar yardım edeceğini hiç tahmin etmiyordum. Gidiyoruz. Galata Kulesi 15 pusluk toplarımızla yerle bir edilecek. Deniz kana boyanıp leş gibi olacak. Ayasofya’nın mozayiklerini, halılarını yağma edeceğiz. Türk lokumları (kadınları) benim olacak. İnanıyorum ki bir devrin kapanışına şahit olacağım. Tanrım! hayatımda bu kadar mesut olmamıştım. Sırf bir tarafa akan bir ırmak gibi çocukluğumdan beri içimde bu arzunun, İstanbul’a gidecek askerlerin arasında bulunmak hevesinin bulunuşunu şimdi iyice anlıyorum.” demiştir.
Avrupa kamuoyunu böylesi bir gururun içerisine sokan olay, kuvvetler arasındaki dengesizliktir. Zira Çanakkale’de İtilaf Devletleri’nin teçhizat, mühimmat ve her türlü varlığa sahip bakımlı ordusu ile imkânları kısıtlı, topu tüfeği sayılı, silahları zayıf bir Türk ordusu mevcuttur. Osmanlı ordusunda savaşan askerin durumu öylesine içler acısıdır ki, siperler için yeterli derecede kum torbası dahi bulunmamakta ve bazen İstanbul’dan birkaç yüz yeni torba geldiğinde, bunların kum torbası olarak mı, yoksa erlerin harap elbiselerine yama olarak mı kullanılacağına karar vermek zor olmuştur.
Çanakkale önlerindeki dönemin süper güçlerinin elinde son derece modern muharebe gemileri, 279’a yakın topları, çok sayıda kruvazör, muhrip, denizaltı, uçak ve mayın gemileriyle, yardımcı gemiler yer alırken, Türk tarafında 18 Mart 1915’teki boğaz muharebesinde düşmana 82 top karşılık verilmiştir. Türk tarafındaki yokluklar ve imkânsızlıklar Osmanlı Genelkurmayı’nı değişik çareler aramaya itmiş, top yetersizliği yüzünden İstanbul Askerî Müzesi’ndeki asırlık antika toplar bile savaş alanına getirilmiştir.
18 Mart 1915’te Amiral Robeck komutasındaki donanma, Çanakkale’yi geçerek İstanbul’a gitme hayalleri içerisinde taarruza girişmişken Türk’ün mukavemeti, karşı taarruz ve taktikleriyle inanılmaz bir şekilde hezimete uğrarlar. Donanmanın karşı konulamaz anlamına gelen Irresistible savaş gemisi, okyanus anlamlı Ocean savaş gemisi boğazın derin sularına gömülürken inatçı/Inflexsible, Truva Savaşı kahramanı Agamemnon, Golva ve Suffren gibi gemileri ise, savaş dışı kalarak muharebe edemez duruma düşmüş ve 18 Mart 1915’te büyük bir deniz savaşı Türklerin zaferiyle sonuçlanmıştır.
Bundan sonra göze göz, dişe diş amansız kara savaşları başlamıştır. Oluk oluk kanlar akar, öbek öbek ceset tarlaları oluşur. Seddülbahir’de, Arıburnun’da, Kitre’de, Zığındere’de, Kumkale’de, Kerevizdere’de, Kanlısırt’ta ve Conkbayırı’nda çok kanlı boğuşmalar yaşanır ve tarih, nice unutulmaz destanları hafızasına kaydeder.
Mehmetçik, “göğsünü siper ederek” namusunu çiğnetmez ve hak ettiği şekilde “Gökten ecdad inerek o pâk alnı öper.”
Conkbayırı’nda, Kocaçimen’de Arıburnu’nda, Anafartalarda Mehmetçikle birlikte Çanakkale Savaşları’nda destan yazan Yarbay Mustafa Kemal, dönemin süper güçleri karşısında devleşen Türk askerinin ihtişamını, Çanakkale Zaferi’ni oluşturan yüzlerce ferdi kahramanlıklara örnek olmak üzere Bombasırtı olayıyla şöyle anlatmıştır: “…Karşılıklı siperler arasındaki mesafeniz sekiz metre, yani ölüm muhakkak… Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kamilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar gıpta edilecek bir soğukkanlılık ve Allah’a güvenerek biliyormusunuz! Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir korku ve çekinme bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okuma bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, Cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet çekerek yürüyorlar. Bu Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hayret ve tebrik misalidir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.”
Ve Çanakkale geçilemez, Batı dünyası mağrur şekilde geldikleri Çanakkale’den, tarihin utancını yüzlerinde taşıyarak süklüm püklüm geri dönerler. Her ne kadar böylesi bir ağır hezimeti içlerine sindiremeseler de yapacak başka bir şeyleri yoktur. Bir askerin not defterindeki şu satırlar Batı’nın içerisine düştüğü bu duyguyu bütün açıklığıyla ortaya koyar: “ Bu kadar sıkıntıya katlandıktan sonra, bu gizlice kaçıştan hoşlanmadığımı düşünüyorum. Blandford’dan kaçtık, Mısır’dan kaçtık ve şimdi de Gelibolu’dan kaçıyorduk.”
Evet, 500 bin askeriyle Çanakkale’ye gelen dönemin süper güçleri, yaklaşık 250 bin askerini bu savaşlarda kaybederek ve Türklerden “Çanakkale dersini” alarak, arkalarına bakmadan kaçıyorlardı…