SÜYÜNBİKE
Altın Ordu Hanlarından Cambek'in 1357'de ölümünden sonra ortaya çıkan taht kavgaları ve Aksak Timur ile Toktamış arasında 1391 ve 1395'lerde cereyan eden savaşlar neticesinde zayıf düşen Kıpçak ilinde, "Kazan Hanlığı", "Astrahan Hanlığı", "Kırım Hanlığı", "Sibir Hanlığı" gibi daha küçük Türk devletleri meydana geldi ve büyük Altın Ordu devleti fiilen sona ermiş oldu. Kazan Devleti, iç mücadelelerle de sarsılınca gittikçe zayıflamış ve Ruslar'ın müdahalesi de o nispette artmıştır Kazan'da iktidarı elinde bulunduran zümre, sulhun muhafazası için Han seçiminde Moskova'nın arzusuna boyun eğmek, topraktan fedakarlık etmek ve hatta çocuk yaşta han ilan edilen Ötemiş (1548-1551) ile annesi Süyün Bike'yi Moskova'ya teslim etmek gibi ağır şartlara katlanmışsa da Kazan Hanı Safa Giray 1547’de ölür. Oğlu Ödemiş Giray iki yaşında olduğundan varisi annesi Süyün Bike olur. Ruslar 13 Şubat 1550’de Kazan’a hücum eder. Süyün Bike de diğer kahramanlardan geri kalmadan savaşır. Fakat şehir düşer ve Kazan Beyleri ile birlikte o da esir alınır. Gemilere bindirildiklerinde halk gözleri yaşlı nehrin kenarında beklemektedir. Kazan Melikesi var gücüyle bağırır: -“Kazan..Kaygulu , kanlı şehir!..Başından tacın düştü... Sen şimdi dul kadın gibisin! Sen şimdi efendi değil , kul oldun!..Sen başsız arslan gibisin! Her devlet akıllı Han ile idare edilir , güçlü çeri ile ayakta kalır!.. Bunlar olmayınca, herkes senden Hanlığı alır! Eski günlerini, bayramlarını hatırlayıp, benim gibi ağla artık.. Nerede senin eski Hanlık bayramların? Nerede sendeki çocuklar , beğler , Töreler?... Nerede senin genç kadınların , güzel kızların; onların şen sesleri nerde?..Hepsi kayboldu değil mi? Bundan sonra sende,bunların yerine ağlamalar, inlemeler olacak!..Sende bal akan ırmaklar, pınarlar vardı.. Bundan sonra onlarda senin evlatlarının kanları ve gözyaşları akacak!.. Rus kılıçları onları kırıp geçirecek!.. Ey Tanrım!.. Bizim en azgın düşmanımız olan İvan’a tez cezasını ver!.. Kazan’ın başına bu belaları açan Şeyh Ali ile Türeleri cezasız bırakma! Onlar beni düşman eline düşürünceye kadar çalıştım; çekmiş olduğum eziyet ve sıkıntıları onların da , onları umursamayan ve ülkelerine sahip çıkmasını bilmeyen Kazanlıların da başına ver Tanrım!..Ver ki ,bundan sonrakilere ibret ve ders olsun ; başka Türk Yurtlarının başına böylesi gelmesin!...” Bu esir alınıştan sonra Süyün Bike’ye ne olduğu konusunda çeşitli rivayetler var.Ama bilinen bir şey başka Türk yurtlarının başlarına da böylesi sıkıntıların geldiği ve neredeyse hepsinde Türk kadınının da mücadele verdiği gerçeğidir. Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’na kadar silahlı mücadelelerin içinde yerini alan kadınlarımız savaş sonrasında da fikir, ilim, siyaset ve sanat alanlarında milli denebilecek mücadeleler vermişlerdir. Zaten önemli olan herkesin kendine düşen görevi en iyi şekilde yerine getirmesi değil midir? Öyleyse her birimizin Türk milletine faydalı olacak hedefler belirlememiz gerekir. "Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın" TİTRE VE KENDİNE DÖN!.....
İparhan ( .... - .... )
Türk tarihinde önemli rol almış kahramanlar içinde sayıca çok fazla kadın vardır. Bunlar içinde belki de en önemlilerinden birisi, İparhan'ın hikayesi ve hazin sonu Türk kadını için en ciddi örneklerden birisidir. Doğu Türkistan 1759 yılında Çin Mançu Yönetimi tarafından işgal edildi. Uygur Türkleri vatanı işgal eden Çin ordusuna karşı yıllarca direndiler. Tam 42 kez bağımsızlık mücadelesi verildi, sonucta sayı ve techizat bakımından kıyaslanamayacak derecede fazla olan Çin ordusu, Rusların da yardımıyla bu mücadelelerden galip çıktı. O dönemin Doğu Türkistan Hanlarından Cihangir Hoca şehit edildi. Cihangir Hoca'nın eşi İPARHAN kocasının mücadele bayrağını ordunun başına geçerek sürdürdü. Büyük mücadelelerden sonra Çin ordusu tarafından esir alınan İPARHAN, Pekin'e Çin İmparatoru Qienlung'a ***ürüldü. İmparatorun İPARHAN'a evlenme teklifi İPARHAN tarafından şiddetle reddedildi. Ve bu kahraman Türk Kadını iffeti ve milletinin geleceği için, bir Çin'li ile evlenmektense canına kıydı. Bir kahraman gibi yaşadı ve bir kahraman gibi şehit oldu. Türk kadınının yüreğinde "Gelinlerin Anasi" unvanıyla yaşayan kahraman İPARHAN'ı rahmetle anıyoruz.
Huma Hatun
Huma Hatun "Delikanlım, işaret aldığın gün atandanYürüyeceksin, millet yürüyecek arkandanSana selâm getirdim, Ulubatlı HasandanSen ki burçlara bayrak olacak kumaştasınFatihin İstanbulu fethettiği yaştasın." Evet dostlar, Arif Nihat Asya Türk gençlerine böyle sesleniyor.Peki nedir değerli ustayı böyle heyecanlandıran?..Türk milleti asırlar boyu nice fetihler yapmış, nice savaşlara katılmış. Neden onlar bir yana İstanbul bir yana?..Çünkü İstanbul peygamber vasiyetidir.Allah Resulü (s.a.v.) bir gün fetih konusunda yeni bir hedef daha gösteriyor: "İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel asker..." diyerek.Bu müjdeye ulaşabilmek için İstanbul defalarca kuşatılıyor. Hatta ilk kuşatma, sahabelerin de içinde bulunduğu bir ordu tarafından gerçekleştiriliyor. Başta Peygamber Efendimizi Hicret sonrası, yedi ay misafir etme şerefine nail olan Ebâ Eyyûb el-Ensarî Hazretleri olmak üzere pek çok sahabe...Bu kuşatmayı diğer kuşatmalar takip ediyor. Musa Çelebiden Yıldırım Bâyezıda kadar pek çok komutan 22 kere tekrarlanan kuşatmalar...Ancak en nihayetinde bu kutsal görev Fatih Sultan Mehmet’e nasip oluyor.Türk’ü ve bu şerefli zaferi hazmedemeyenler, asırlar boyunca değişik iftira ve saldırılarda bulunmuşlardır.Bunlardan birisi de, Fatih Sultan Mehmed in annesinin "Mara Despina adlı bir Rum" ve Fatihin de gizli bir Hıristiyan olduğu ve büyük Türk annesi Huma Hatun’un hayatının son dönemlerini Aya İrini kilisesinde geçirdiği ve Hıristiyan mezarlığına gömüldüğü iftirası.Bu yalan bu günlerde nedense abartılı olarak pek çok yerde dile getirilmekte.Bu yalanı bilinçlice propaganda konusu yaparak dilden dile dolaştıranlar, kesinlikle Hıristiyanlık misyonerliği yapan Türk ve İslam düşmanlarıdır.Huma Hatun, Müslüman bir Türk kadınıdır. Fatih’in Türklüğünü ve Müslümanlığını tartışmak, zaten Türklükten ve İslam’dan çıkmak demektir.Dostlar; hain çevrelerin uydurduğu olayın esas hikayesi şöyledir:Çelebi Mehmet’in 1421 yılında ölmesinden sonra Osmanlı Devleti’nin tahtına İkinci Murat geçiyor. İkinci Murat’ın hedefi bütün Anadolu’yu Osmanlı topraklarına katmaktı. 1424 yılında Bolu yakınlarında karşılaşan Osmanlı ve Candaroğlu kuvvetlerinin savaşından İsfendiyar Bey yenik ayrılıyor ve Sinop’a çekiliyor. Osmanlı ordusuna karşı gelmekten pişmanlık duyan İsfendiyar Bey, Sultan’dan affını isteyerek oğlu Tacettin İbrahim Bey’in güzelliği ile ünlü kızı Hatice Alime Huma Hatun’u nikahla kabulünü rica eder. Bunun üzerine İkinci Murat mektup ve hediyeleri kabul ederek düğün hazırlıklarının yapılmasını ister. İsfendiyar Bey’in mektup ve hediyelerinden memnun kalan İkinci Murat, kırgınlıkları unutarak Candaroğulları topraklarına dokunmaz. Çaşnigir başı Elvan Bey başkanlığında bir heyeti birçok hediye ve mihr ile birlikte 1423 yılında Kastamonu’ya gönderir. Devrekani’ye geçen heyet, Çayırcık köyüne gelir. Sultan Murat ile Hatice Alime Huma Hatun’un düğünü Çayırcık’ta yapılır. Devrekani’deki düğün töreninden sonra gelin yükte hafif, pahada ağır pek çok hediye ile Bursa’ya gönderilir. Bursa’da ise İkinci Murat’ın kızkardeşlerinden biri İbrahim Bey’in oğlu İsmail Bey e, birisi Anadolu Beylerbeyi Karaca Paşa’ya, üçüncüsü de Candarlızade Halil Paşa’nın oğlu Mahmut Çelebi’ye verilir. Düğünlerin hepsi 1424 yılında aynı anda yapılır. İkinci Murat ile evlenen Huma Hatun’dan 1431 yılında Fatih Sultan Mehmet dünyaya gelir.Bu olayın anısına her yıl Mayıs ayının son haftasında Çayırcık köyünde fetih şölenleri düzenlenmektedir.Fatih’in ve annesi Hatice Alime Huma Hatun un türbeleri Fatih Külliyesi’ndeki Fatih Camii’nin yanındadır.Ancak ne hazindir ki, bu yalanları yalanlayacak bilgi hazinesi gün geçtikçe zayıflamaktadır.Bu hazineyi kuvvetlendirmenin yolu yeni Arif Nihat Asya şuurları geliştirmekten geçmektedir
Tomris Hatun
Yüce hakan Tomris Hatun, yaklasik 2500 yil önce Türkistan’da devlet kurmus olan Saka ve Pecenek Türklerinin hakani idi ayni cagda Iran’da da Ahamenid Sülalesi hakim bulunyordu. Bu sülale zamaninda Iran ordulari bir kac defa Dogu’ya saldirarak Türklerle savasmislardi. Tomris’in hakan oldogu cagda, Iran’lilarin basinda Kirus adinda bir hakan bulunuyordu. Bu hakan önceleri Saka Türkleri ile carpisarak onlari yenmis ve Bati Türkelerinin güney kisimlarini ele gecirmisti. Bu savaslardan on yil kadar sonra Kirus, Peceneklere saldirdi. Savasin sebebi, Kirus’un Tomris’le evlenmek istemesi ve Peceneklerin kadin basbugunun bu istegi reddetmesi idi. Tabi bu sebep, o cagdaki usullere göre cok önemli idi. Cünkü, Tomris, Iran hakanila evlendigi taktirde, hakan bulundugu ülkelerde, Kirus’un eline ve dolaysiyla Iran’lara gecmis olacakti. Iste teklifi, Türklerin kadin hakani tarafindan geri cevrilince, esasen kan dökücü bir insan olan Kirus, cilgina döndü ve kendisi ile evlenmeyi kabul etmeyen bu kadin Hakanina cezasini vermeye karar verdi. Kirus önce, Tomris’in oglunun emri altindaki Türk öncü kuvvetleriyle karsilasti ve onlari bozguna ugratti. Tomris’in oglu yagilara (düsmana) yenilmenin verdigi yasla kendini öldürdü. Bu savasi kazanan ve gözleri dönmüs olan Kirus, Türk Hakani Tomris Hatunun da üzerine yürüdü. Türklerle, Iranlilar bir kere daha karsi karsiya getiren bu savas, pek kanli oldu. Önca her iki taraf birbirlerine ok atmaya basladilar. Bu oklasmalar öyle siddetli oldu ki, iki taraftan yaralanmayan hemen hemen kimse kalmadi. Böylece gayet kanli bir baslangictan sonra, ordular mizrak ve kiliclar ile gögüs gögüse geldiler. Türklerin kadin basbugu ile Iranlilarin erkek Hakaninin yönettigi bu savasin sonu cabuk geldi. Her vurusmada oldugu gibi, bunda da zafer kartali, kahramanlik, askerlik kabiliyeti ve bilimde üstün olan Türklerin oldu. Bu savasi yine Türkler kazanmisti. Yüca Türk Hakani Tomris Hatun hem ulusunun ve ulu yurdunun sevgisiyle ve hem de savasta yenildigi icin hayatina kiymis olan sevgili oglunun, gönlüne saldigi büyük aci ile dövüsmüstü ve basardigi bu kahramanca dövüsle, Iran ordusunun büyük kismini cansiz olarak yere sermis olmakla birlikte Ahamenid sülalesinin azgin Hakani Kirus’uda kaiyp (telef) etmisti. Kirus hayatinda cok kan akitmis bir Hakandi. Bunun icin, kahraman Türk kadini Tomris, bu kan akitici adama, acuna (dünyaya) ibret teskil edecek muamelede bulundu ve Kirus’un kafasini kan dolu bir ficiya atarak, ”hayatinda kan icmeye doyamamistin, simdi doya doya ic” dedi. Bu olay yüzyillarca uluslar arasi dillerinde söylendi durdu ve bugüne kadar ulasti. Iste Tomris hakkinda tarihin (kaynak) bilgileri bundan ibarettir. Geri kalan bircok hususlar efsanelerle karismaktadir. Tomris Hatun, o sirada Türklerin bir bölumünün , yani Peceneklerin Hakani idi, karsisindaki Ahamenid ise bütün Iran’in Hakani idi ve Iranlilarin ordusu cok büyüktü ve basinda bir erkek vardi ama karsisindaki ise ulusu ve yurdunu sevgisi ile dolu bir Türk kadini idi.
NENE HATUN
Erzurum’un Pasinler ilçesine bağlı Çeperler Köyü’nde dünyaya gelen Nene Hatun,henüz 20 yaşında bir gelinken 1877-1878 yılları arasında yapılan Türk-Rus Savaşı’nda (93 Harbi) Aziziye Tabyası’nı sopayla,taşla, kazma, kürekle savunanlara katılarak cesurca savaştı.Daha sonra oğlunu Çanakkale Savaşı’nda şehit verdi. 1954 yılında 3. Ordu Müfettişi Orgeneral Nurettin Baransel Paşa’nın gayretleriyle kendisine “3. Ordunun Nenesi” ünvanı verilip, cüzi de bir maaş bağlandı ve 1955 yılında anneler gününde “Yılın Annesi” seçildi. Erzurum manevraları sırasında Amerikan Generali Ridgway bu yüce insanın elini öptü. Nene Hatun bir kahramanlık ve analık sembolü olarak 98 yaşına kadar yaşadı.
HALİDE ONBAŞI (EDİP ADIVAR) (1884-1964)
1919'da Sultanahmet Meydanı'ndaki mitingde halkı işgallere karşı uyandırmak için yaptığı etkili konuşma sonrası hakkında tevkif kararı çıktı.1920'de Anadolu'ya kaçarak Kurtuluş Savaşı'na katıldı.İstanbul Hükümeti tarafından Mustafa Kemal ile birlikte hakkında ölüm kararı verilen altı kişiden biriydi. Mustafa Kemal onu Garp Cephesine tayin etti. Kendisine önce “onbaşı” , sonra da “üstçavuş” rütbesi verildi. Savaşı izleyen yıllarda Cumhuriyet Halk Fırkası ve Atatürk ile siyasal görüş ayrılığına düştü. 1917'de evlenmiş olduğu ikinci kocası Adnan Adıvar ile birlikte Türkiye'den ayrıldı. 1939'a kadar dış ülkelerde yaşadı. 1939'da İstanbul'a dönen Adıvar 1940'ta İstanbul Üniversitesi'nde İngiliz Filolojisi Kürsüsü Başkanı oldu, 1950'de Demokrat Parti listesinden bağımsız milletvekili seçildi. 1954'te istifa ederek evine çekildi ve 1964'te öldü. Değerli kahramanımız Kurtuluş Savaşını ve Türk kadınlarının mücadelesini anlatan ve Türk klasikleri arasına giren pek çok esere imza atmıştır
NEZAHAT ONBAŞI
Eşini yitiren 70. Alay Komutanı Hâfız Hâlid Bey, 8 yaşındaki kızı Nezahat'ı kimseye emanet edemeyip, yanına almıştı. Küçük Nezahat Çanakkale cephesinde muharebe havasına alışmış, Alay İzmit'e nakledildiğinde talimlere katılarak mükemmel at binmesini, silah kullanmasını öğrenmiş ve 12 yaşında "onbaşı" rütbesini almıştı. Babasının yanında cepheden cepheye koşmuş, çarpışmalara girmiş ve 100'den fazla düşman askeri öldürmüştü. Nezahat Onbaşı 30 Ocak 1921 yılında T.C.’nin İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmesi önerilen ilk vatandaşıdır ve bu öneri TBMM’ de hararetle kabul edilmiş, ancak Kurtuluş Savaşı’nın hengamesi içinde işleme konulamamış, daha sonra da kararın yerine getirilmesi unutulmuştu. TBMM’nin “Şükran Belgesi’ne” 65 yıl sonra 78 yaşında bir nine iken kavuşmuştu.
ŞERİFE BACI
1921 yılı Kasım ayında İnebolu'ya önemli miktarda savaş malzemesi gelmişti. Malzemenin bir an önce Kastamonu'ya iletilmesi gerekti. Cepheye gidemeyip de köylerinde kalan yaşlılar sakatlar, kadınlar, Menzil komutanlığının malzeme taşınması haberi üzerine kağnılarla yola çıktı. İnebolu'dan kağnılara yüklenen cephaneler Kastamonu'ya doğru yol aldı. Bu cephane kollarında hep kadınlar vardı. Bunlardan biri de Şerife Bacı idi. Şerife Bacı top mermileri ıslanmasın diye kazağını mermilerin üzerine örtmüş, yavrusu ölmesin diye üzerine abanmış ve soğuktan ölmüştü, ama ölene kadar vücut sıcaklığını yavrusuna vermişti. Bugün Kastamonu'da şanına layık güzel bir anıtı var (yandaki resim_ Şehit Şerife Bacı Anıtı). Kastamonulular şehit Şerife Bacı’nın adını her yerde yaşatıyorlar.
FATMA SEHER ERDEN (ERZURUMLU KARA FATMA)
1888’de Erzurum’da doğdu. Subay Suat Derviş Bey ile evlenip Balkan Savaşı’na katıldı.I. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesine gitti.1919'daki Kongre günlerinde, Mustafa Kemal'le bizzat görüşebilmek için Sivas'a gitti.Bu görüşmenin ardından, Milis Müfreze Komutanı olarak Batı Cephesinde görevlendirildi. 300 kişiyi aşkın birliği ile Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde Mehmetçikle birlikte destanlar yazdı. Büyük Taarruz’un ilk günlerinde General Trikupis‘in birliğine esir düşmüşse de, kaçarak yeniden müfrezesinin başına geçmişti.Kahraman kadın Kurtuluş Savaşı’ndan sonra “üstteğmen” rütbesi ile emekli oldu. Emekli maaşını Kızılay’a bağışladı. 1954 yılında TBMM kendisine yeni aylık tespit etti.
HALİME ÇAVUŞ (KOCABIYIK)
Kastamonulu Halime Çavuş, uzun yıllar Halim Çavuş zannedildi. Kurtuluş Savaşı’na giderken erkek kılığına girdi, erkek gibi traş oldu, saçını kazıttı ve kimseye kadın olduğunu söylemeden Türk askerinin arasına karıştı. Gün geldi savaş bitti, ancak o ne asker üniformasını çıkardı ne de her sabah traş olmaktan vazgeçti. Savaş sonrası Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara’ya çağrıldı. O’nun “ Seni yollamıyorum, bizim kızımız ol” önerisine “Annem babam beni bekler” şeklinde cevap veren Halime Çavuş, “Ben ana-babaya itiatli evlada saygı duyarım” diyen Mustafa Kemal Paşa tarafından çeşitli hediyeler verilerek tekrar evine yollandı ve kendisine maaş da bağlandı.
HAFIZ SELMAN İZBELİ
Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kadınlar Kolu kurucularından ve Kastamonu’da ilk kadın meclisi üyesi, sıkı bir Atatürk hayranı ve kendi deyimiyle bir “Cumhuriyet kadını” idi…Kurtuluş Savaşı sırasında Kastamonu’ daki kadınları toplamış, asker için çorap, kazak, fanila ördürüp cepheye göndermişti. Asker Kastamonu’ya geldiğinde hepsini yolda karşılayıp doyurmuştu. Mustafa Kemal’in Kastamonu’ya geldiği sırada İzbeli Konağı’nı ziyaret ettiği ve karşılıklı kahve içtikleri söylenmektedir.
GÖRDESLİ MAKBULE HANIM
1921’de eşi Ustrumcalı Ali Efe ile birlikte Milli Mücadelede çete savaşlarına katılmıştı. 17 Mart 1922’de Akhisar Sungurlu hududu üzerinde bulunan Koca Yayla’da elinde silah düşmanla en ön safta savaşırken başından vurularak şehit edilmişti. Henüz 21 yaşındaydı.
ÇETE EMİR AYŞE
Yunan askeri Aydın’a doğru geldiğinde iki arkadaşı ile birlikte Menderes’in diğer tarafına geçmeye çalışan Emir Ayşe, arkadaşlarının kayıktan düşüp boğulması sonucunda geri dönmüş ve Çanakkale’de ölen kocasından kalan tek hatıra elmas küpelerini bozdurup kendine bir tüfek almış, dağa çıkmış, Yörük Ali Efe’ye katılmıştı. Aydın’ın kurtuluşu olan 7 Eylül tarihine kadar Yunanlılarla savaşmıştı. Savaş sonrası Atatürk İstasyon Meydanı’nda Çete Emir Ayşe’nin de aralarında bulunduğu kahramanlara İstiklal Madalyası takmıştı. “Savaştım Yunana karşı, elimde kalan en değerli şey Atatürk’ün göğsüme taktığı İstiklal Madalyasıdır” demişti.
TAYYAR RAHMİYE
Adanalı Rahmiye Hanım 9.Tümenin 1920 yılında Fransızlar ile yaptığı muharebeye müfrezesiyle katılmıştı. Başlıca görevi, keşif ve cephe gerisinde kundakçılık yapmaktı. Osmaniye yakınındaki demiryolu tünelini o patlatmıştı ve bölgedeki düşmanın cephane ikmalini büyük sekteye uğratmıştı. 1920’de Fransızlara karşı harekete geçildiği sırada askerlerde bir duraksama olunca “Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz?” demiş ve aynı muharebede ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileriye atıldığında şehit olmuştu.
TARSUSLU KARA FATMA (ADİLE ONBAŞI )
Asıl adı Adile olan, Adile hala, Adile Onbaşı diye bilinen kahraman silah arkadaşları arasında “Kara Fatma” olarak anılırdı. 8-10 kişilik milis kuvvetiyle Afyon Savaşı’na katılmış, Tarsus’un kurtarılmasında da büyük yararlılıklar göstermiştir
KILAVUZ HATİCE
Adana’da Fransızlar’a karşı verilen mücadelede yer alan ve milis kuvvetlerine katılan Kılavuz Hatice, 8 Mayıs 1920’de milli kuvvetler Pozantı’da taarruza başladığında, kritik bir duruma düşen Fransızları kandırarak kılavuzluk etmişti. Hatice, kılavuzluk yaptığı Fransızlar’a yanlış yol göstererek Karboğazı’ na sokmuştu. Boğazda sıkışan Fransızlar, Türk askerine esir düşmüştü