30 Eylül 2007 Pazar
Osmanlı Askeri Bandosu Tarihi
Bütün İslam devletlerinde hükümdarlık alametlerinden biri olan tablhane ( mehterhane ), Osmanlı Devleti'ne Türkiye Selçuklu Devleti'nden geçmiştir. Selçuklu Sultan'ı III. Alaeddin Keykubat, Osman Gazi'ye 1299'da beylik alameti olarak sancak ile beraber davul v.s de göndermişti.
Osmanlı Devleti'nin istiklalinin başlangıcı da kabul edilen bu tarihten itibaren nevbet vurulurken ( çalınırken ) Fatih Sultan Mehmet Han'a kadar bütün padişah'lar, Şelçuklu hükümdarına hürmeten ayağa kalkarlardı. Fatih Sultan Mehmed Han; “ İki yüzyıl evvel vefat etmiş bir padişaha ayağa kalkmak lüzumsuzdur.” diyerek, mehter çalınırken ayağa kalkma adetini kaldırmıştır.
Yüzyıllar boyunca Osmanlı askerini coşturup, düşmana korku veren mehterhane, 15 Haziran 1826'da yeniçeri ve diğer kapıkulu ocaklarıyla beraber ikinci Mahmud Han tarafından feshedildi. Mehterhanenin öneminden dolayı yerine Avrupa'da olduğu gibi Mızıka-yı hümayun isminde askeri mızıka teşkilatı kuruldu.
Ahmed Muhtar Paşa ve Celal Esat ( Arseven ), mehteri yeniden canlandırmak amacı ile 1911'de yeni bir takım kurdular. Bu takım 1914 yılında teşkilatlandırılarak, mehterhane-i hakani adını aldı. Mehterhane-i hakaninin kurulduğu, Birinci Dünya Harbinde orduyla birleştirildi.İstiklal harbinde de hizmet veren Mehterhane-i Hakani Cumhuriyetin ilanından sonra mehteri feshetti. 1952 yilinda donemin Genel Kurmay Baskani Nuri Yamut bir Ingiltere gezisinde Iskoc gayda takimini gorur ve bu olay tarihi mehterin yeniden hatirlanmasina vesile olur.Simdilerde bir cok il,ilce belediyesinin ve askeriyenin mehter takimlari vardir. Bunlardan biride kultur bakanliginin 1992 yilinda kurdugu ' Istanbul Tarihi Turk Muzigi Toplulugu"dur.
Mehterin Bu Günü
Yüzyıllar boyunca Osmanlı askerini coşturup zaferden zafere koşturan , düşmana korku veren mehterhane , 15 Haziran 1826 da Yeniçeri ve diğer Kapıkulu ocaklarıyla beraber 2. Mahmud Han tarafında ilgâ edildi. Mehterhanenin önemine binâen yerine mızıka-yu hümâyûn isminde bir askerî mızıka teşkilatı kuruldu.
Fakat bu değişiklik yalnız şehirlerde ve görünüşte olmuş, kırlarda, ve Ordunun temelini yapan milletin aziz varlığı içinde, bağrında,Mehter sazlarının ve yiğitliğin sembolü olan davul ve zurna her zaman yerini korumuş ve çağımıza kadar rahatça kendinden, benliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Ahmet Muhtar Paşa ve Celal Esat (Arseven) , tarafından 1911 yılında "Mehterhane-i Hakanî" adıyla yeniden kuruldu. 1914 te kuruluş tamamlandı. 1.Dünya savaşında Başkumandan vekili Enver Paşanın emriyle teşkilat orduya tamim edildi.
İstiklal Savaşında da mehterhane hizmet vermiştir. 1935 yılına kadar tarihi Türk mûsikîsini dinleten askeri müze mehter takımı devrin savunma bakanı Zekai APAYDIN tarafından saltanat alâmeti sayılarak ve aslına nazaran kifayetsizlik gerekçesiyle tekrar lağvedilmiştir. Tarihe karıştığı sanıldığı bir sırada mehterin tekrar ihyası 1952 yılına rastlar. Londra ya yapılan bir seyahatleri sırasında , Zamanın Genel Kurmay Başkanı Nuri YAMUT un İskoç gayda takımlarını görmeleri tarihi mehter takımını hatırlamalarına neden olmuş ve memlekete dönüşlerinde yine askeri müze bünyesinde olmak üzere Tarihi mehter takımının kurulmasını emir vermişlerdir.
Ciddî tarihi araştırmalar sonunda Mehter Takımı 1953 yılında tekrar , tarihinde üçünce defa olmak üzere altı katlı olarak kurulmuştur. Kurulmuştur ve bir tevâfuktur ki 29 Mayıs 1953 tarihinde İstanbulun Fethinin 500. yıldönümü merasimine iştirak ederek hayata dönmüştür. Zamanla yedi ve daha sonra da sekiz kata çıkarılan Mehter bölüğü , Askeri müze müdürü Ülvay Sabahattin DORAS ın İd.Ks.A.0572-3-68 sayılı , 24 Haziran 1968 gün gerekçeli teklifiyle , Genel Kurmay Başkanlığının Hrb.T.0572-1-68 İDA ve 10 Temmuz 1968 gün sayılı Genel Kurmay Başkanlığının onayından geçen emriyle , dokuz katlı Mehter aslına uygun olarak kıyafetleriyle kurulmuştur
Nakkarezen (Ser nakkarezen)
Nakkare (Kudüm) ağızları deri kaplı , birbirine bağlı farklı büyüklükte iki çömlekten oluşan bir çalgı olup mehterde bunu çalanlara Nakkarezen ismi verilmektedir.Gövdenin yüksekliği 30cm. küçük gövdenin çapı 11-14 cm , büyük gövdenin çapı 24-28 cm dir. Nakkare halen günümüzde de kudüm ismi ile tasavvuf musikisinde kullanılmaktadır.
Nakkare(Kudüm)
Ağızları deri kaplı, birbirine bağlı farklı büyüklükte iki çömlekten oluşan bir çalgıdır. Gövde kilden olabileceği gibi metal (bakır), ceviz ya da dut ağacından da olabilir. Gövdenin yüksekliği yaklaşık 30 Cm dir. Küçük gövdenin çapı 11-14 Cm, büyüğün ise 24-28 Cm dir. Gövdenin yüzüne keçi derisi gerilir. Nakkare ya da diğer bir deyişle kudümler 35 Cm uzunluğunda çubuklarla çalınır. Gövdeler farklı çaplarda oldukları için küçük olandan daha tiz ve yüksek ses çıkar.
Kös
Cevgen
Davulzen (Ser tebbal)
TEBBAL : Mehterde Davul çalanlara verilen isimdir. Davul; Türklerin çok eskiden beri kullandıkları baş çalgıdır. Kaynağı Orta Asya'dır. Davul, Selçuklu Türkleri'nce Anadolu'ya getirilmiş, Osmanlı Türkleri aracılığıyla da Avrupa'ya yayılmıştır. Davullar çeşitli büyüklükte olabilirler. Büyüğüne Kaba Davul, küçüğüne Cura Davul ya da Davulbaz denir. Güney Doğu Anadolu da büyük davula Nağara denilmektedir.Davul, bir kasnakla bu kasnağın her iki yanına gerilmiş deriden oluşur. Kasnak ceviz, Çam, gökÇeağaÇ, köknar, ıhlamur ve kavak ağaÇlarından yapılabilir. Çapı, büyüklüğüne göre 50-90 Cm arasında değişir. Kasnağın her iki yanına Çember ve kayış aracılığıyla keÇi ya da dana derisi gerilir. Kayış, gerilme ve gevşetme yoluyla aynı zamanda davula düzen verme işine de yarar.
Davul, tokmak ve çıbıkla çalınır. Tokmağa, çomak, çöven, çöğen ya da metçik de denir. Yabani armut ya da yabani gül ağacı köklerinden yapılır. Tokmak vuruşları ezginin kuvvetli zamanlarını belirler. çıbığa, zipzipi de denir. Kızılcık ya da ardıç ağacı dalından yapılma ince bir değnektir. çıbığın ezginin hafif zamanlarında kıvrak ve seri hareketlerle vurulmasına çırpma, uzun havaya eşlik ederken titretimlerle vurulmasına dem tutma denir.
Davul: Türklerin, çok eskiden beri kullandıkları baş çalgıdır. Kaynağı Orta Asya'dır. Davul, Selçuklu Türkleri'nce Anadolu'ya getirilmiş, Osmanlı Türkleri aracılığıyla da Avrupa'ya yayılmıştır.
Davullar çeşitli büyüklükte olabilirler. Büyüğüne Kaba Davul, küçüğüne Cura Davul ya da Davulbaz denir. Güney Doğu Anadolu da büyük davula Nağara denilmektedir.
Davul, bir kasnakla bu kasnağın her iki yanına gerilmiş deriden oluşur. Kasnak ceviz, çam, gökçeağaç, köknar, ıhlamur ve kavak ağaçlarından yapılabilir. Çapı, büyüklüğüne göre 50-90 Cm arasında değişir. Kasnağın her iki yanına çember ve kayış aracılığıyla keçi ya da dana derisi gerilir. Kayış, gerilme ve gevşetme yoluyla aynı zamanda davula düzen verme işine de yarar.
Davul, tokmak ve çıbıkla çalınır. Tokmağa, çomak, çöven, çöğen ya da metçik de denir. Yabani armut ya da yabani gül ağacı köklerinden yapılır. Tokmak vuruşları ezginin kuvvetli zamanlarını belirler. çıbığa, zipzipi de denir. Kızılcık ya da ardıç ağacı dalından yapılma ince bir değnektir. çıbığın ezginin hafif zamanlarında kıvrak ve seri hareketlerle vurulmasına çırpma, uzun havaya eşlik ederken titretimlerle vurulmasına dem tutma denir.
Zilzen (Ser zincirî)
Boruzen (Ser nefiri)
Zurnazen (Ser zurnazen)
Mehterde Zurna çalanlara verilen isimdir. Zurna da bize has bir müzik aleti olma özelliğini halen korumaktadır. Mehterin kaldırıldığı her dönemde Zurna davulla beraber halkın gönlündeki yerini her zaman korumuştur.Yüzyıllardan beri bütün düğün ve kutlamalarımızdaki yerini hala korumaktadır.
Zurna
En eski üflemeli halk çalgısıdır. Gövde ve sipsi olmak üzere iki parçadan oluşmaktadır. Erik ağacından yapılan gövdenin ayrıca bir de şimşirden yapılma başlık bölümü vardır. Anadolu da kullanılan zurnaların boyları yaklaşık olmak üzere 25 Cm ile 60 Cm arasında değişir. ön tarafta 7, arka tarafta 1 perde deliği vardır. Ayrıca zurnanın geniş ağzı (kalak) üzerinde şeytan deliği denen delikler vardır ki bu delikleri balmumu ile tıkma ya da açma yoluyla seslerin düzenini sağlar.
Sipsi, sesi çıkarmaya yarayan bir kamış parçasıdır. 5-6 Cm uzunluğundaki madeni ince bir borucuğa eklenerek, ağızlık denen dairesel bir parçayla birlikte başlığa takılır. Zurnanın ses genişliği bir oktav olmasına karşılık, usta sanatçılar bu genişliği daha da arttırabilirler.
Sancaklar
Ordunun gurur timsali olan bayrağa verilen addır. Osmanlıların kullandığı ilk sancak Selçuklu Hükümdarı II. Giyaseddin Mesud'un Osman Gazi'ye gönderdiği Ak Sancak'tır. Osmanlı Ordusu'nda çeşitli dönemlerde her askeri birliğin ve ortaların ayrı ayrı sancakları bulunmaktaydı. Hatta Padişahın, ordu üst rütbeli görevlilerinin de kendilerine ait sancakları mevcuttu. Hepsinin şekil ve renkleri farklı idi. Osmanlı Sancakları içinde en kutsal ve önemli olan Sancak-ı şeriftir.
SANCAKTAR
Mehterde üç sancak bulunur. Kırmızı sancak ( Kırmızı zemin üzerine beyaz üç hilal ) , Yeşil sancak ( Yeşil zemin üzerine beyaz üç hilal) ve ıstiklal alameti olan Ak sancak. Bunları taşıyanlara Sancaktar ismi verilir.
SANCAK MUHAFIZI
Sancakları taşıyanların yanında yer alan muhafızlara verilen isimdir. Sancağın kutsaliyetine binaen her sancağın muhafızı bulunur.
KIRMIZI SANCAK
Kırmızı zemin üzerine beyaz üç Hilalden oluşur. Buradaki Kırmızı ; Türklüğü , üç Hilal ise hükmedilen üç kıtayı (Avrupa,Asya ve Afrika) temsil etmektedir. Yani üç Kıta üzerindeki Türklüğün hakimiyetini ifade etmektedir.Mehterin yürüyüşü esnasında Sağ başta bulunur.
YEşıL SANCAK
Yeşil zemin üzerine beyaz üç Hilal. Buradaki Yeşil ıslâmiyeti üç Hilal ise hükmedilen üç kıtayı (Avrupa,Asya ve Afrika) temsil etmektedir. Yani üç Kıta üzerindeki ıslâmiyetin hakimiyetini ifade etmektedir. Mehterin yürüyüşü esnasında Sol başta bulunur .
AK SANCAK
ıstiklâl alâmeti olarak kabul edilir. Osman Gaziye 1284 yılında Selçuklu Sultanı Gıyasüd-din Mesud şah tarafından ıstiklâl alâmeti olarak gönderilmiştir. Bu Sancak Peygamber Efendimiz (S.A.V.)e ait olup Mısır sultanından Selçukluya geçmiştir. Mehterin yürüyüşü esnasında Kırmızı ve Yeşil sancakların ortasında bulunur
Çorbacıbaşı
TUĞLAR
Türkler'de, hükümdarlık, vezirlik, beylerbeyilik, sancak beyliği gibi askeri görev ve memuriyet işareti olarak kullanılmıştır. Osmanlılarda dönemlere göre sayısı değişmekle birlikte; Padişahın yedi tuğu, Sadrazamların beş tuğu, Vezirlerin üç tuğu, Beylerbeyinin iki tuğu, Sancak Beylerinin ve Mirlivaların birer tuğu bulunurdu.
Osmanlı Askeri Bandosu
Mehter takımı sadece savaş zamanında düşmanları etkilemek amaçı ile çalınmaz. Mehter Takımı her gün padişahın bulunduğu yerde; yani padişah seferde ise çadırın önünde, değilse saraydaki muayyen yerinde ikindi namazından sonra nevbet vururdu. Bundan başka yatsı namazından sonra üç fasıl mehter çalınıp padişah'a dua edilir, sabaha karşı divan halkını namaza kaldırmak için yeniden nevbet vurulurdu. Ayrıca, Yedikule, Eyyub ( Bugünki Eyüp ), Kasımpaşa, Galata, Tophane, Beşiktaş, Anadoluhisarı, Üsküdar ve Kızkulesi'nde aynı saatlerde mehterhane çalınırdı. Buralarda vazife gören mehterlerin mevcudu bin kadardı. Devlet merkezlerinin dışındaki kalelere de muayyen vakitlerde mehterhane çalınırdı. Ayrıca sadrazamların, derya kaptanlarının, vezirlerin, beylerbeyilerin mehter takımları bulunurdu. Bilhassa sefer zamanlarında askeri çoşturmak ve düşmanın maneviyatını bozmak konusunda mehterlerin büyük hizmeti ve faydası olmuştur.
Hükümdar'a ait mehterhane 12 kat, yani her aletten 12 tane çalınırdı. Diğerleri ise, çalındığı yerin seviyesine göre yedi katlı veya dokuz katlı olurdu. Padişah sefere giderse, mehter takımı iki misline çıkarılırdı. Köseler yalnız padişahların mehterhanelerinde bulunur, sadrazam ve sair vezirlere ait mehterlerde bulunmazdı. Hükümdar sefere gittiği zaman, padişah mehterhanesi saltanat sancaklarının altında durup çalınırdı. Sefer esnasında önce padişahın, yoksa serdar'ın mehterhanesi ve sonra üç tuğlu paşaların yani vezirlerin, daha sonra ikişer tuğluların ( beylerbeyilerin ) mehterhanelerinin çalınmaları kanundu. Muharebe zamanında düşmana yaklaştığı zaman mehterin sesi arttırılır, bu sırada davul çalandı “ Yekdir Allah Yek ” ( Tekdir Allah Tek ) diye bağırırlardı.